Uçak havaalanına iniyor. Uçaktan indikten hemen sonra iki polis teker teker yolcuların pasaportlarına bakıyor. Gümrük polislerinin olduğu salona doğru ilerlerken iki polis pasaportlarımızı hazırlamamızı söylüyor.

Sıranın başındaki polis yolcuları tek tek boş gördüğü gümrük polislerine yönlendiriyor. Sırada beklerken tam karşımda duran televizyon ekranlarında oynayan video dikkatimi çekiyor.  Amerika’nın farklı yerlerinden kareler ve 7’den 70’e bize “welcome!” diyen güler yüzlü amerikalılar. 26 numaralı gümrük polisine gönderiliyorum. Gümrük polisi yaklaşık 3 sıra arkamda bulunan yolcuya kendisinin bakacağı son yolcu olacağını, mesaisinin bitmekte olduğunu söylüyor. Sıra bana geliyor.

[[[ Genelde gümrükte sorulan sorular:

Neden geldin? Ne kadar kalacaksın? Ailen ne iş yapıyor? Yanında ne kadar para taşıyorsun?  ]]]

Polis birkaç soru sorduktan sonra telefonu eline alarak “26 numaraya bir eskort gönderin” diye sesleniyor.

HAVAALANINDA SORGU ODASINDA

Asya kökenli güler yüzlü bir polis geliyor, pasaportumu ve öğrenci belgemi alıyor. Benle beraber diğer gümrüklerde birkaç kişiyi daha alarak aşağıdaki özel bir odaya götürüyor. Odaya girerken gruptan bir başka öğrenci polise problemin ne olduğunu soruyor. Polis ise artık bizim sadece beklememiz gerektiğini, odadaki diğer polislerin bizimle ilgileneceğini söylüyor.

Odadaki polisler teker teker pasaportlarımızı alarak bilgisayar başına geçiyorlar. Odaya alınan, bir adam ve birkaç öğrenciyle beklerken karşımda bir polisle tartışan bir başka adam dikkatimi çekiyor. Geçen konuşmada adamın türk olduğunu duyuyorum. Polis, adama hararetli bir şekilde kuralları ihlal ettiğini, Boston çevresinden bir avukat bulması gerektiğini, bir süre sonra mahkemeye çıkarılacağını, dava sona ermeden bir daha amerikaya giriş yaparsa tutuklanacağını daha önce aynı kelimeleri daha önce defalarca kullanmışçasına taramalı tüfek gibi söylüyor. Adam daha sonra bir başka polisle konuşurken polis, adama yukardaki polise farklı ifade verdiğini, polise yalancı mı demek istiyorsun der gibi kızıyor.

Yanımdaki diğer öğrencilerle telefona sarılmışken bir polis sert bir tavır takınmaya çalışarak odada telefon kullanmanın olduğunu söylüyor. Odadaki diğer öğrencilerle konuşurken hemen hemen hepsinin I-20 (öğrenci belgesi) sinde bir eksiklik yüzünden tutulduklarını öğreniyorum. Yaklaşık bir saatlik bir beklemenin ardından sıra bana geliyor ve bir polis beni çağırıyor. Benim de I-20 belgemde bir problem olduğunu söylüyor. Ona aynı problemi bir daha yaşamak istemediğimi söylüyor, düzeltip düzeltemeyeceğini soruyorum. Ne yazık ki onun yapabileceği bir şey olmadığını ama üstlerine problemi ileteceğini söylüyor?

Evet, herkesin daha büyük bir sistem içerisinde başına düşeni yaptığı, görünürde kanunların bireylerden her zaman üstün olduğu bir ülkeden bahsediyoruz.

Tabiikide Amerika’ya giriş çoğu durumda bu kadar zor değil!

AMERİKA VE BENCİLLİK ÜZERİNE

Bu anekdottan da faydalanarak size biraz amerikada kanunlara verilen önemden bahsetmeye çalışayim. Biraz da Hobbes’cu felsefeyle yaklaşacak olursak insan psikolojisinden temele alındığı bir sistemden bahsedebiliriz. Psikolojisinin temelinde ise insanın bencilliğinin yattığını söylemek yanlış olmaz. Bencillik her ne kadar başta akılda kötü çağırışımlar ifade etse de topluma uygulandığında insanların hayallerinin peşinden koştuğu bir sistem aklımıza gelir. Elbette bir amaç için çırpınan insanlar, hiç bir amaç edinmeden yaşanlara göre çok daha ileri noktalara ulaşırlar. Sonuç olarak da teknolojik, ekonomik vs. alanlarda diğerlerine göre çok daha çok ileri giderler. Ama elbette bencilliğin temele alındığı bir sistemde iki insanın çıkarları bir noktada çatışırsa aralarından sadece birinin istediğine ulaşması hemen hemen kaçınılmaz olur. Bu durum bireyler arasında kavgaya, topluluklar arasında savaşa kadar sürüklenebilir. Dolayısıyla huzuru sağlayacak, kendi içinde çatışmayacak bir yönetici gücün herkesin uyacağı kanunlar koyması gerekir. Amerika?da ise durumun şöyle izah edebiliriz: eğer kendinizi sevecek kadar bencilseniz kanunlara karşı gelmekten kaçınırsınız. Kurallara uyulduğunda ise toplumsal huzurla beraber de insanlar hayallerinin peşinden koşarlar ve sonuç da bireysel çıkarlardan topluma yansır.