Bundan yıllar önce, 90’lı yılların başında Fransa’nın Nice şehrinde sabahın erken saatlerinde gezinirken, işlek bir caddenin hemen kenarındda, bir parkın girişinde 5-6 kişilik bir standı fark ettim. Ne olduğuna bakmak için kafamı çevirdiğimde zaten standdakilerin bana seslendiğini duydum. Yanlarına gittiğimde herhalde hayatım ilk büyük şoklarından birini yaşamıştım. Masanın önünde ayakta duran bana dergi ve broşür uzatan şahıs arkadaşlarını da göstererek AIDS’li olduklarını halkı bu konuda bilinçlendirmek ve halkın desteğini almak için bu standı açtıklarını söylüyordu. Bir de şu anda hatırlamadığım ama HIV pozitif insanlarla ilgili bir imza kampanyasına katılmaı istiyordu.
Bir, birbuçuk metre mesafede bir adam AİDS’li olduğunu söylüyordu ve bana dergi broşür ve kalem uzatmıştı. Bana AIDS geçer mi diye ödüm patlamıştı. Öyle ya, ben kendi ülkemde AIDS konusunu sadece gazetelerden okumuştum, bizim ülkemizde böyle bir hastalık yoktu ve ilk defa karşımda bir -yüzü sarı/yeşil olan- insan AİDS hastası olduğunu ve masadaki diğer arkadaşlarını da göstererek AİDS olduklarını ifade ediyordu. Kaba olmamak, onları incitmemek ve kendimi AİDS’ten korumak arasında kalmıştım o insanların karşısında. (bu hastalığın hasta biriyle karşılıklı konuşmaya geçmeyeceğini bile bilmiyordum) Az nefes alarak, hızla ellerindeki listeye imza atıp oradan kaçmıştım. Otele döndüğümde bir kaç paket ıslak mendil ve bir şişe kolonyayla ellerimi yüzümü ovuşturmuştum. Yıllar sonra o gün ile unutmadığım bir detayda benimle konuşan o kişinin elinde bir dergi vardı ve derginin kapağında Luc Montagnier diye bir bilim adamının resmi vardı. O adam derginin kapağını eliyle işaret ederek “bu doktor bizim için çalışıyor, bize yardım edecek” demişti. Sözlerinden “bizim tek umudumuz Luc Montagnier” dediğini anlıyordum. Genel olarak konuşmalarından toplum tarafından ötekileştirmenin en ağır şeklini yaşadıklarını çok uzun yıllar sonra fark edecektim.
O zamanlar Luc Montagnier ismi fazla bir şey ifade etmemişti bana. Daha henüz Google yok, olsa ismi hemen google’lardım !
Yukarıda yazmış olduklarımı geçenlerde Profesör Luc Montagnier’nin hayata gözlerini yumduğu haberini Google news’den alınca hatırladım.
Nobel ödüllü Profesör Luc Montagnier’in ölüm haberini Fransız Haber ajansları (Liberation ve Parisien) 8 Şubat günü duyurdu. Tıp ve Viroloji alanında öncü araştırmacı olan, 2008 yılında Nobel Tıp* ödülü alan Luc Montagnier 89 yaşında, Paris’in Neuilly bölgesinde Amerikan hastanesinde hayata gözlerini yummuştu. Ölüm sebebiyle ilgili basın bültenlerinde net bir açıklama bulmak mümkün olmadı.
Luc Montagnier ve ekibi HIV virüsünün keşfi konusunda amerikalılarla çok sıkı bir rekabet içindeydi, ancak amerikalılar bröve alma ve yapılan buluşu piyasaya sürme konusunda fransızlardan çok daha başarılılardı. Çalışmaları Luc Montagnier’den esinlenmiş olsa da, ne de olsa amerikalıydılar, ancak Nobel heyeti ödülü sadece Luc Montagnier ve ekibine verildi. AIDS ve HIV virüsünün keşfi için verilen Nobel ödülünün fransızlara verilmiş olmasını amerikalılar asla hazmetmedi.
Bu yazıda Luc Montagnier’nin biyografisine, çocukluk, lise ve üniversite yıllarına değil, Nobel ödülü aldıktan sonraki döneme, genel olarak son 20 yıl boyunca yaptığı çalışmalara ve özellikle de bilim dünyasından pek çok insanın kendisine sırt çevirmesine sebep olan açıklamalarına değineceğiz. Luc Montagnier zamanla sistemin dışına itildi, medya ona ilgi göstermez oldu.
Luc Montagnier Fransa’nın « medar’ı iftiharı », gurur ve iftihar kaynağı bir şahsiyetti, ancak ölümünde devlet tarafından resmi tören yapılmadı. Oysa ünlü fransız aktör, sinema oyuncusu, fransızların « çirkin kralı », Jean-Paul Belmondo geçtiğimiz eylül ayında öldüğünde, son yolculuğuna devlet töreniyle uğurlanmış, Fransa başkanı Emmanuel Macron törende Belmondo anısına konuşma bile yapmıştı.
Luc Montagnier’nin cenazesinde ne resmi tören vardı, ne de devleti temsilen resmi yetkililer. Onu sevenler, onunla bir dönem çalışmış bazı bilim insanları ama o kadar. İnsanların bilim camiasının neden ona sırt çevirdiğini, bu tavırlarında haklı ya da haksız olup olmadıkları belki bundan 50-100 yıl sonra ortaya çıkacak. Ünlü profesör Didier Raoult’un Luc Montagnier anısına yaptığı konuşmada, bilim adamı hakkındaki düşüncelerini «200 yıl sonra bile büyük insan Luc Montagnier hatırlanacak, ancak onu kötüleyen, küçümseyen aptalları kimse hatırlamayacak » diyerek özetliyordu.
Luc Montagnier son dönemde, Covid-19 virüsünün doğal-tabiattan gelen bir virüs olmaktan ziyade laboratuvarda sentezlenmiş yapıya sahip bir virüs olduğu düşündüğünü açıklamıştı. Hem ülkesinde hem dünyada bilim camiasının ona karşı cephe almasının tek sebebi bu değildi kuşkusuz. Aşılarla ilgili görüşleri, otizm hastalığı ve tedavisi hakkında çalışmaları ve beyanatları Fransız Ulusal Tıp birliği, Ulusal Eczacılar birliği tarafınca « hiçbir bilimsel dayanağı olmayan açıklamalar » olarak değerlendirilmişti.
Kimilerine göre Luc Montagnier « Nobel hastalığına » yakalanmıştı. Uzmanlık alanının dışında her konuda fikir beyan etmek, bilimsel dayanağı olmasa da, Nobel ödülü almış bir bilim adamı olarak her konuda görüş bildirmek sarhoşluğu yaşadığını düşünüyordu bilim camiası. Gözden düşüp unutulmaya yüz tuttuğu için ve gündemde kalabilmek için « marjinal » teoriler ortaya attığını söyleyenler de az değildi son bir kaç yıldır.
Luc Montagnier Nobel dahil olmak üzere bilim dünyasında alınabilecek her türlü ödülle onurlandırılmış, yaşını başını almış bir bilim adamı olarak, bir şeyler ispat etmeye ihtiyacı yoktu, belki de ortaya otizm, Lyme hastalığı, aşılar, « suyun hafızası » gibi pek çok teoriyi gerçekten inandığı ve bu alanlardda bazı araştırma potansiyelleri gördüğü için söylemiş olduğu düşünebiliriz.
Belki de Didier Raoult’un dediği gibi Luc Montagnier’nin ne kadar vizyoner bir bilim insanı olduğu yıllar sonra anlaşılacak.