Bundan yıllar önce son derece genc bir ekiple bir kısa film çekmiş ve bir yarışmaya katılmıştık. Filmde insanların arasındaki diyalogların ne kadar “ciddi” olabildiği gibi ne kadar “boş” olabildiği üzerinde durmaya çalışmıştık. Ve tabi bu filmi çekerken beni çok etkileyen “Yeni Dalga” sinemasına ve özellikle de “Pierrot le Fou” ve “Masculin&Féminin” ve “About de Souffle” gibi filmler ve onları yöneten Jean Luc Godard’ın tüm eserlerine göz kırpıyorduk. Çektiğimiz film onun eserlerine bir saygı duruşu niteliğindeydi.

2 hafta önce uluslararası basın bültenlerine düşen haber belki herkesi ilgilendirmiyordu. Ancak sinemeya gönül vermiş, Yeni Dalga (Nouvelle Vague) akımından etkilenmiş sinemacı ve sinemaseverleri için durum farklıydı. Yeni Dalga akımının (enfant terrible) “korkunç çocuğu”, Jean Luc Godard 92 yaşında hayata veda etmişti.

Uzun zamandır inzivaya çekilmişti, sesi soluğu çıkmıyordu.

En son 2019 yılının nisan ayında fransız dergisi “Les Inrockuptibles” dergisine evinde, İsviçre’nin Rolle şehrinde röportaj vermişti. Röportajı yapan Bruno Deruisseau ve Jean-Marc Lalanne’ın soruları çoğunlukla ustanın son çıkardığı film “Le Livre d’image” (İmgeler ve Sözcükler) üzerine yoğunlaşıyordu. Bu röportaj ustanın muhtemelen verdiği son röportajıydı. Artık yorgun olduğunu ve hiçbir şeyi artık umursamadığını söylese de bir sonraki film projesinin “sarı yelekliler” hareketi üzerine olduğunu, yarı belgesel yarı kurgu olacacağını ifade ediyordu.

Son filmi “İmgeler ve Sözcükler” filmine Cannes film festivalinde özel bir ödül verilmiş olmasını “aptalca” buluyordu. 2019 yılında aramızdan ayrılan sinemacı ve fotoğrafçı, “Yeni Dalga akımının büyük annesi” diye de anılan Agnes Varda, dahil olduğu bir belgesel projesi kapsamında Godard’ın kapısına kadar gelmiş ve kapıda “üzgünüm Agnes’çim, yorgunum” notunu okumuş ve göz yaşlarıyla kapıdan gerisin geriye dönmek zorunda kalmıştı. Bu Jean-Luc Godard’ın hayata veda edişi de (basın bültenlerinden öğrendiğimiz kadarıyla) aykırı bir şekilde olmuştu. Ünlü yönetmen İsviçrede yasal olan ötanazi ile hayata veda ettiğini öğrendik basın bültenlerinden.

Bir burjuva ailesinde doğup, büyümüş olmasına rağmen, Marksist, Sosyalist bir sanat görüşü vardı Godard’ın. Bertold Brecht tiyatrosundan çok etkilenmişti. Film yapmak, sinemacı olmak için “Yeni Dalga” (Nouvelle Vague) Godard’a çok uygundu, bu onun için büyük bir fırsattı.

Geleneksel Fransız sinema dilinden farklı bir dil kullanan, belli bir fikir üzerinde birleşip buna göre film çeken genç bir yönetmen grubunun oluşturduğu bir akımdı Nouvelle Vague. François Truffaut, Eric Rohmer, Jacques Rivette bu akıma dahil olan diğer sinemacılardı. Yakın arkadaşı, yoldaşı François Truffaut ile yollarını bir süre sonra ayıracaktı. Godard Truffaut’nun davalarına ihanet ettiğini, piyasa fimler yapıp şan şöhret peşinde olmakla suçlamıştı. François Truffaut ona bir mektupla cevap vermiş ve ona bir “pislik” olduğunu yazmıştı. Jean Luc Godard ve François Truffaut arasındaki husumet ve bu dönemki atışmaları sinema tarihinin el ilginç polemiklerinde biridir diye düşünüyorum.

Yeni Dalga akımı, geleneksel montaj biçiminin reddedilmesi, kamera ve ses sisteminin deneysel olarak farklı biçimlerde kullanılması) modern sinemanın olasılıklarını genişletme imkanı sağlamıştı. Godard, bu dönemde filmlerinde iletişim kopukluğu içindeki modern insanın farklı yaşam biçimlerini, akıldışı sosyal sistemleri, politik tartışma ve olayları konu alıyordu.

Ancak Godard sinemasından bize esas miras kalan filmlerineki o unutulmaz repliklerdi.

“Pierrot le Fou” (Çılgın Pierrot) filminde Anna Karina’nın sahilde yürürken yönetmen Godard’ın “hadi yap bir şeyler, çekiyoruz” demesine cevap olarak “qu’est-ce que je peux faire ? Je ne sais pas quoi faire” (ne yapabilirim ? Ne yapacağımı bilmiyorum) repliği, aynı filmde ünlü komedyen Raymond Devos’un “est-ce que vous m’aimez ?” (beni seviyor musunuz?) skeci, ve daha niceleri Godard sinemasının büyüsünün bir parçası. Filmlerin klasik anlamda başı ve sonunun olmaması, kaotik bir anlatım dili olması Jean Luc Godard’ın filmlerine attığı imzasıydı. Her ne kadar en önemli filmi kuşkusuz Brigitte Bardot ve Fritz Lang gibi devleri barındıran kült film “Le mépris” (Nefret) olsa da, ben “Socialisme” ve “Weekend-Weekend” filmlerine ayrı bir sempati duyuyorum. Amerikalı ünlü yönetmen David Lynch, Altın Palmiye ödüllü “Mulholand Çıkmazı” filminin kapanışında ustaya ve Nefret filmine saygı duruşu yapıyordu.

Jean luc Godard’ın eserlerini anlayabilmek için fransızca bilmek şart mıdır acaba ? Çeviri’den izlediğimizde filmlerin ana mesajını anlamakta zorluk mu çekilir ? Hep merak etmiş olduğum bir husustur bu. İmgeler ve Sözcükler filmi ülkemizde sinemalara geldiğinde film çıkışı “beyninin yandığını” söyleyen pek çok genç sinemesevere şahit olmuştum. Kafamdaki bir diğer soru neden bizim memleketin bir “Jean Luc Godard’ yok ?” sorusudur. (Atıf Yılmaz bizim Godard’ımız sayılır mı?)

Jean Luc Godard Yeni Dalga akımının hayattaki son temsilcisiydi. Onun aramızdan ayrılışıyla bir dönemin kapandığını ancak eserleri sinemaseverler için ilham kaynağı olmaya devam edecek. Silencio..