Yaklaşık bir haftadır ülkemizin ve hatta dünya basınının gündeminde olan ?Taksim Olayları?nın başlangıç noktası Taksim Gezi Parkındaki ağaçların sökülmeye başlamasıydı.

Geçtiğimiz Salı günü ve aynı günün akşamı Gezi Parkında toplanmış olan kalabalık hem çevreci bir refleksle aynı zamanda Gezi Parkının ortadan kaldırılıp bir AVM?ye dönüştürülme fikrine karşı çıkarak, orada kamp kurarak bu süreci engellemeyi amaçlıyordu. Özellikle Cuma sabahı ?orantısız güç? kullanılarak ve çadırları yakmak gibi radikal bir şekilde protestocuları püskürtmeyi uygun görmüş olan güvenlik güçleri ve diğer yetkililer hemen sonrasında hiç beklenmedik bir kitle tepkisiyle karşı karşıya kaldılar.

 

Cuma öğle saatlerinden itibaren kelimenin tam anlamıyla 7?den 77?ye, kitlelerin akın akın Taksim?e gelerek tarif edilmesi zor bir dayanışma görüntüsü verdiğine şahit olduk. Güvenlik güçlerinin kullandıkları ?biber gazı? ?kimileri bunun biber gazı olmadığını, çok daha zararlı, çok daha etkili farklı bir kimyasal olduğunu kişisel tecrübelerine dayanarak söylüyorlardı- kitlelere ?gaz? verdi.

 

Hutopia editoryal ekibi olarak ortalığı yakıp yıkmayı, mağazaların vitrinlerinin kırılması, hiçbir anlam içermeyen ve nefsi müdafaa kavramı ile yakından uzaktan alakası olmayan davranışları tasvip etmemiz mümkün değil. Ancak Cuma akşamüstü Harbiye?den yürümeye başlayıp Taksim meydanını geçip İstiklal Caddesinde Fransız Konsolosluğuna yürüdüğümüzde, gözümüzde yaşlar ve akciğerlerimizde tarifi olmayan bir yanma ile karşılaştık. Herkesin gözleri yaşlıydı, tıpkı etrafta olup biteni anlamaya çalışan turistler gibi. Gazdan kaçan eylemcilerin Sıraselviler Caddesinde hatta Cihangir meydanına kadar geldiklerine şahit olduk. Yoldan geçen araçlar duruma ?Fransız? kalmadıklarını, korna çalarak ispat etmeye çalışırken, yaşlısı genci, her yaştan ve her kesimden ?protestocular? alkışlarla kornalara cevap veriyordu.   

 

İlk başta sadece çevreye duyarlı ve şehir merkezinde bulunan yeşil alanın yok olmasına karşı çıkan kitleye, politik protestocular da karışmıştı ve artık onların sesi daha çok çıkıyordu. Kılık kıyafetlerinden boyunlarındaki Filistin eşarbı, deniz gözlükleri ve maskeleriyle eylemlerinde ?daha ciddi? olanlar daha uslu şekilde orada bulunanlardan kolaylıkla ayırt edilebiliyordu. Kimi insanların tek derdi evine dönmekti. Kimileri ise meydana gelmek için Cumartesi gününü bekleyecekti.

 

Cumartesi ve Pazar ise Taksim Meydanına çok farklı bir atmosfer hakimdi. Polisin çekilmesiyle belki de bazı ?radikal gruplar? hayal kırıklığına uğramıştı. Çatışacak polis olmadığından kaldırım taşlarını söküp etraftaki camları kırmak için bir sebep kalmamıştı. İnsanlar, Taksim Metrosu kapalı da olsa Şişli ve Harbiye istikametinden Taksim?e doğru yürüyorlardı. Kimileri protesto için, kimileri ise ellerinde fotoğraf makineleri kalabalığı ve coşkuyu görüntülemek istiyordu. Bu özel gün için kimi Galatasaray, kimi Fenerbahçe, kimi ise Beşiktaş formasını giymişti. Meydanda tam anlamıyla toplumsal bir ?konsensus? gerçekleşmişti. Normal koşullarda bir araya gelemeyecek çok değişik toplum katmanları meydanda bir aradaydı. Kollarındaki dövmelerle dikkat çeken 30?lu yaşlarda bir genç adamın tişörtünde ? ?Nietsche is Dead-  GOD? yazısı son derece ilgi çekiciydi. Bu genç adam bu mavi tişörtü belli ki ?özel bir gün ? için saklamıştı. ?Cradle of Filth? tişörtlü liseli gençler ?zıplama? eylemi yapıyordu.

 

Yaşını başını almış teyzeler Gezi Parkı olayının tamamen dışında hükümeti eleştiriyorlardı. ?Diktatörlüğün?, ?zalimliğin? ne kadar kötü bir şey olduğundan dem vuruyorlardı. Sesi en gür çıkan grup metronun AKM tarafındaki çıkışın olduğu bölgedeydi. Esmer bir genç adamın yeni tanıştığı ? belki de daha henüz tanışmamıştı ama hissettiklerini onlara anlatma ihtiyacı duymuştu- erkekli kadınlı yaş ortalaması 50 gibi görünen bir gruba anlattıkları ve bizim de kulak misafiri olduğumuz konuşma diğer protestocuların sloganlarından çok farklıydı ve bize de çok ilginç geldi.

 

?Yapamazlar, buna hakları yok, zaten doğru dürüst yeşil alan yok bu memlekette, onlara vermeyeceğiz!? diye başladıktan sonra; ?ben ilk defa o parkta bir kızla öpüştüm, kız arkadaşlarıma ilanı-aşk bu parkta ettim, kız arkadaşlarımla bu parkta ayrıldım, bu parkı elimden alamazlar!? gibi kendi biyografisinde bu parkın ne kadar önemli olduğunu anlatıyordu.

 

 Gazeteci olduğunu düşündüğümüz iki Fransız hanım bir yandan akıllı telefonuyla fotoğraf çekip belirli aralıklarla birileriyle konuşuyordu etrafında onu kimsenin anlamadığı düşüncesinin verdiği ayrı bir rahatlıkla. ?Arap baharından sonra Türk baharı?? dediğini duyabildik. Belki de haber ajansına manşet geçiyordu. Gerçekten de bu yaşananları Arap baharına benzetmek mümkün müydü? Yoksa çok daha özel kıyaslanamayacak bir şeyler mi, oluyordu son birkaç gündür İstanbul?da?

 

Birbirleriyle en sonunda buluşabilen arkadaşlar biraz da şakayla karışık ?merhaba eylemci arkadaş!? diye hitap ediyordu.  Kimi gençler ise evden muhtemelen ailelerine ?Nişantaşı? civarında gezme sözü vererek meydana gelmişlerdi. Belki de bir haftadır sabırsızlıkla bekledikleri ?romantik? randevularını Niaşntaşı?nda ya da Kanyon AVM?de yaşamak yerine Taksim?e gelmiş olan çiftlerde vardı. Gözlerinde ?buraya gelmekle ne kadar iyi yapmışız? kararlılığını okuyabiliyordunuz.

 

Son günlerde Taksim?de yaşanan olayların ve kitlelerin ?bir şekilde? ya da bir diğer deyişle ?twitter belasıyla? meydanda toplanmaları hemen hemen her televizyon kanalında kadrolu yorumcular veya vakıf üniversitelerin Uluslar Arası ilişkiler uzmanı Doçentler tarafından yorumlanacaktır. Bu olayların politik sonuçları bizim Hütopia olarak dikkat çekmek istediğimiz nokta değil. Orada bulunanlar ne demek istediğimizi çok iyi anlayacaktır, çünkü Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri Gezi Parkı ve Taksim Meydanında daha önce hiçbir protesto eyleminde olmayan çok değişik bir atmosfer vardı. Bu atmosferin analizi bu akşam ya da yarın akşam televizyon kanallarında gerçekleşecek olan söyleşilerde değil belki bir 10 yıl sonra yapılacak akademik çalışmalar sayesinde daha iyi anlaşılacaktır.

 

Son olarak beklide bahsettiğimiz atmosferi en iyi yansıtan anekdot: kendisi ufacık tefecik ama sesi gür ve en fazla 18 yaşında olduğunu tahmin ettiğimiz genç bir kızın söyledikleriydi:

 

?Bizi daha tanımamışlar!?   

 

Biz derken kimi kastediyordu? Onlar derken kastettiği kimlerdi?           

 

*Yazımızın başlığını protestocuların Fransız Konsolosluğunun kapısına sprey boyayla yazılan bu slogandan aldık.

 

Editörün Notu: Bu yazıya ilham veren ?coşkulu? kalabalığa ve değerli dostum Sergio?ya sonsuz teşekkürler.