Stresli bir durumla karşılaşıldığında bünyemiz üç farklı etapla tepki gösterir.
Etap 1: Alarm Evresi.

Stres karşısında, böbreküstü bezleri aracılığıyla organizmamız tarafından adrenalin ve noradrenalin hormonları salgılanmaya başlar. Bu salgılanma kalp ritmini, kan basıncını, nefes sıklığını arttırır ve kasları besleyen kan damarlarını genişletir.
Bütün bu değişimler organizmamızı “durumdan kaçışa veya onunla savaşa” hazırlamak amacını taşı Birinci etapta stres, bağışıklık sistemi hücrelerini “savaş mevkine” çağırma etkisi yapar.

 

Eğer stres durumu devam ederse organizma direnç(Etap 2) evresine girer.
İkinci etapta, ikinci bir nörohormonal eksen, kortikotropik hormon(hipofizin ön lobunda üretilen bir bağışıklık sistemi hormonu) stres veren durum karşısında gerekli olacak enerjiyi karşılamaya bünyeyi hazırlamak için etkinleşir. Bu aşamada glükokortikoid hormonları da devreye girer ve salgılanmasıyla kan şekerini yükseltici etki yapar, öbür yandan da strese karşı tepkide gereksiz olan bağışıklık sistemini bloke eder.
Etap 3: Stres veren durumun uzaması halinde gelen bitkinlik.
Bu süreçte fazla uyarılmış nörohormonal sistem, olumsuz neticeye yol açacak derecede çok aktif hormon salgılamış organizmanın dengesini bozar. Stresi yaratan durumun geçmesinden de sonra kortizol seviyesinin yüksek seyretmesi stresin kronikleşmesine yol açar ve sadece birkaç hafta içinde ağrı(baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları vb.), uyku, iştah ve hazım bozuklukları, sıkıntı, aşırı sinirlilik ve konsantrasyon güçlüğü gibi etkiler ortaya çıkar.
Kronik stres, testosteron gibi steroidlerinkinin aksine, kortizol, koztizon, aldosteron gibi hormonların üretimini ele geçirmek amacıyla organizmanın sterol mekanizması üzerinde hakimiyet kurar, bu da dolayısıyla libidonun ve yaratıcı entellektüel etkinliklerimizin düşüş göstermesine yol açar. Stres yaratan durum devamlı hale gelirse hipofizin nöronlarındaki dendritlerin hacminin küçülmesi gibi, sözel dağarcığımızı ve duygusal hafızamızı sarsacak boyutta, bünyemizin dengesini bozacak daha ciddi etkilerle de karşılaşabiliriz.
Bizi diyabete sürükleyecek insüline direnç, depresyon, yüksek tansiyon, yatkın bireylerde ölümcül kalp krizleri, yağ metabolizmasında düzensizlikler, anoreksi, bulimiya gibi yeme bozuklukları, kilo alımı, erken yaşlanma, kas-kemik hastalıkları, mikroplara direncin düşmesi, özbağışıklık hastalıkları vb. gibi başka sonuçlar da ortaya çıkabilir. Bağırsaklarımızın zarlarının bağışıklık sistemimizi oluşturan hücrelerin yaklaşık %70’ini ve tüm uzunluğu boyunca 100 milyon sinir hücresini barındırması ise bize neden duygusal durumumuzun sindirim sistemimizin işlevini ve bağışıklık sistemimizin randımanını etkilediğini açıklamakta yardımcıdır.
Sağlığımızı azar azar ama kesinlikle öldüren bu kısır döngüye girmemek için çok stres verici durumlardan kaçınılması veya karşılaşıldığı durumlarda nasıl yönlendirileceğinin bilincinde olunması tavsiye edilmektedir. Ayrıca besin yetersizliğini ve strese olan direncimizi birinci dereceden etkileyecek olan glisemi-insülin dengesini denetlememize olanak verecek sağlıklı ve dengeli bir beslenme düzenine sahip olmak da bize yardımcı olacaktır.
Zengin mineral, doğal vitamin(B5, B6, C gibi) ve özellikle balık yağında bulunan omega 3 EPA/DHA içeren beslenme takviyeleri gerekli dozlarda alındığında bünyemizin dengesinin sağlanmasında, stresli durumların başarıyla üstesinden gelmemizde ve nöronlarımızı korumamızda bize yardımcı olacak başka bir unsurdur. Ancak öte yandan bize sırf olumsuz etkilerde bulunacağını bildiğimiz kafein, çay, alkol ve fazla dozda şeker gibi yapay uyarıcı maddelerden kaçınmalıyız.