Gündemi sarsan pek çok açıklamaları ve geçmiş yıllarda işlenmiş suçlarla ilgili iddiaları bir yana, Sedat Peker videolarında, Sedat Peker videolarını yorumlayan gazetecilerin hiç değinmediği veya atladığı bir konu vardı. 90’lı yıllarda Sedat Peker gencecik bir delikanlıyken eski Başbakan Tansu Çiller’in eşi Özer Uçuran Çiller ile bir ortak arakadaşlarının evinde yanlış hatırlamıyorsam bir araya geliyorlar. (Özer Uçuran Çiller ve Sedat Peker’in ortak noktaları ne olabilir, ne alaka dediğinizi duyar gibiyim ama konumuz bu değil.) Sedat Peker’in anlattığına göre, Özer Çiller Sedat Peker’e yaşını sorar. Yaşını öğrenince ona “Sen benim oğlum yaşındasın, o halen Bebek’te kız peşinde koşuyor, sen burada bu yaşında memleket meselelerine kafa yoruyorsun” der.

Tevfik Ağansoy’un hikayesi

28 Ağustos 1996 tarihinde Tevfik Ağansoy’un Bebek’te bir çay bahçesinde öldürülmüş olması haberinin magazin haberlerine de çıkmış olması kendisi ile aynı masada oturan şarkıcı Selçuk Ural’ın kendini denize atarak kurşunların hedefi olmaktan son anda kurtulmuş olmasıydı.

Ancak Nurullah Tevfik Ağansoy “sıradan” bir mafya üyesi değildi. Vurularak öldürüldüğünde belki de pek çok devlet sırrı onunla birlikte gitti. Ölümünden 2 yıl sonra eşi Hülya Ağansoy kendisi ile yapılan röportajda “Tevfik Ağansoy konuşsaydı, dünyadaki bütün cinayetler çözülürdü” gibi bir ifade kullanmıştı. Nurullah Tevfik Ağansoy, 1996’da İstanbul Bebek’teki bir çay bahçesinde Alaattin Çakıcı’nın adamlarınca öldürülmüştü.

1996 Yılının Eylül ayında tanışmış olduğum emekli öğretmen, kendisi ayrıca uzun yıllar Şişli İlçesi’nde Lise müdürlüğü yapmış olan son derece muhterem, saygın ve tonton bir ağabeydi.

Tevfik Ağansoy’u Mecidiyeköy lisesinden tanıyordu. Liseden terk olan Tevfik Ağansoy’u çok net hatırlıyordu. Onun çok zeki, çok aklı başında ancak derslerle ve ödevlerle pek alakası olmayan bir genç olarak hatırlıyordu. Bunları söylerken üzgün görünüyordu. Kendisini dinlerken genç bir öğretmen olarak hayatımın en önemli derslerinden birini aldığımın farkında değildim.

Bana şunları söylüyordu: “Biz bu çoçuğu kazanamamışız, onu sistemin dışına atmışız. Eğer sınıflarını geçseydi, eğitim hayatına devam eder memlekete faydalı çok büyük adam olabilirdi”.

Derslerini geçemeyip sınıf tekrarı yapan ve sonrasında tastikname alan öğrencilerin kayıp çocuklar olduğunu, öğretmenlerin ve okul yöneticilerinin başarısız olan öğrencileri bırakarak sistem dışına atmak yerine sistem içinde tutmaya gayret etmesi gerektiğini vurguluyordu. Sınavlarda başarısız olan, derslerden kaytaran öğrencileri bırakarak işlerini iyi yaptığını düşünen öğretmenleri eleştiriyordu.

Gençleri kaybetmenin çok kolay ancak kazanmanın zor olduğunu ifde ediyordu. Ona göre Tevfik Ağansoy Mecidiyeköy lisesinin bitirse, yüksek öğrenimine de devam eder ve bu işlere hiç bulaşmaz memlekete faydalı birisi olabilirdi. Öğrencileri sisteme küstürmek yerine sisteme kazandırmanın ne kadar önemli bir misyon olduğuınu yıllar sonra gördüğümde bu hocamızla aramızda geçen konuşmayı hep hatırladım, hiç unutmadım.

Sedat Peker Nurullah Tevfik Ağansoy’u tanımır mıydı, onu bilemeyiz. Bu yazının amacı ikisinin arasında bir bağlantı kurmak değil (kimbilir belki de kurulabilir) Biz bu yazı da Sedat Peker eğitim hayatını tamamlasaydı, nasıl bir kariyeri olurdu onun üzerine düşünmek istedim.

Sedat Peker’in kendini geliştirme konusuna ne kadar önem verdiğini yaptığı videolardan gördük. 8. videosunda Cyrano de Bergerac’ın “istemem, eksik olsun” tiradını okumamızı tavsiye etmesi bunun güzel bir kanıtıydı.

Ancak Sedat Peker’i iyi bir liseden hatta yabancı dilde eğitim veren bir liseden Robert Kolej, Üsküdar Amerikan, Alman lisesi, fransızlardan Saint Joseph (ne de olsa Kadıköy çocuğu) ya da Saint Benoit, İtalyan Lisesi veyahut devlet okulu olarak Galatasaray Lisesi, İstanbul Lisesi ya da Kabataş Lisesi’nden mezun olmuş bir genç olarak hayal etmeye çalışıyorum, arkasından Boğaziçi Üniversitesi ya da İstanbul Hukuk fakültesi, sonrasında yurt dışında en prestijli üniversitelerin birinde Master ve Doktora.. Kimbilir belki de Lisans derecesini bile yurt dışı bir üniversiteden alabilirdi.

Gerçekten Sedat Peker’in eğitim hayatı yukarıda bahsettiğim şekilde olsaydı kendisi nasıl bir Sedat Peker olurdu ? Galatasaray ya da Boğaziçi Üniversitsi’nde akademisyen, Dekan, Rektör mü olur du? Kendisinin ifade ettiği gibi “içindeki canavarı susturabilir miydi?” Sanayici, iş adamı mı olurdu ? Ya da Gazete patronu ?

Belkide bu eğitimleri alsaydı şu an sahip olduğu özgüvene sahip olmazdı diye düşünürken buluyorum kendimi. Eğer bir Sedat Peker’in kariyer opsiyonları hakkında spekülasyonlar yapabiliriz. Kesin olan, Eğitim hayatında kendisine şevkat gösteren, ona okula devam etmesi için ısrar eden, eğitimine devam ederse kendisi için daha hayırlı olacağı konusunda onu ikna eden birileri ile karşılaşmış olsaydı, belki de bu işlere hiç bulaşmayacak, mafya “babası” değil, sadece “işinde ve gücünde” bir aile babası olacaktı. Sedat Peker çok “iyi” bir eğitim alsaydı belki de bu kadar özgüvenli olmayacaktı, ülkenin önde gelen kanaat önderi olmayacaktı, kitleleri peşinden sürükleyebilecek bir karizması olmayacaktı. Daha da önemlisi tüm ezberleri bozan “peki ama ya doğruysa?” şüphesi uyandıran bu konuşmaları yapmayacaktıve o zaman da biz daha rahat uyuyabilecektik.

Cahil cesareti nasıl bir şey ?

Anlattıklarıyla Gülseren Budayıcıoğlu’nun yazdığı dizilerle yapamadığını yapıyor, bize psikolojiyi sevdiriyor. Bize psikanalizin kurucusu Freud ve Hümanistik psikolojinin öncülerinden Maslow’u okuma arzusunu ateşleyen, yazar Edmond Rostand’ın Cyrano de Bergerac eserindeki o eşsiz tiradı “istemem eksik olsun”u okumamızı öneren Sedat Peker’in izlediği yolu sadece cahil cesaretiyle açıklamak kendisini geliştirme konusunda ki çabalarına haksızlık etmek olur.

Cyrano de Bergerac’tan o muhteşem “istemem eksik olsun” tiradı (Edmond Rostand) Rüştü Asyalı’nın olağanüstü sesiyle.

Cahil cesareti nasıl bir şey ?

Ancak bu Sedat Peker’de cahil cesareti olmadığı anlamına gelmiyor. Türkçemizde “cahil cesareti” diye adlandırdığımız durumu Cornell Üniversitesi’nin iki psikologu Kruger ve Dunning incelemiş.

İleri sürdükleri teoriye göre insanlar, bir konu hakkında ne kadar az bilgiye sahipse, o konu hakkında az bilgi sahibi olduğunu fark edemiyor, sanki konuyla ilgili her şeyi biliyorcasına bir öz güvene sahip oluyorlar. Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarının bile farkına varamayıp niteliklerini abartma eğilimi içine girip öne çıkmaktan ve yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymuyorlar. Bu cahil cesareti ve haddini bilmezlik bazen mesleki açıdan avantaj haline de gelebiliyor. Bazen bu insanları medyada tetikçi bir köşe yazarı olarak bazen de bürokrasinin zirvelerinde görürüz. Gerçek anlamda bilge insanların daha alçak gönüllü olduğu öne çıkmaktan çekindiği ve görevlere talip olmadığı gözlenir.

Ancak unutulmamalıdır ki bazen cahil cesaretine sahip insanların frenlenmemesi, etrafındaki insanların menfaatleri gereği sessiz kalması koskoca bir ülkeyi felakete sürükleyebilir.