Bilgisayar ortamında ya da sanal ortamda inanılır ve gerçekçi bir insan yüzü yaratmak, bilgisayar destekli animasyon teknolojilerinin en çok zorlandığı konulardan biri. Yüz, biz insanların her gün sürekli olarak gördüğü ve karşılaştığı bir şey olduğu için yüzde olan yanlışları fark etmek biz insanlar için oldukça kolay. Tabii ki bu yalnızca bilgisayar teknolojileri için değil robotik, kukla ve filmlerdeki görsel efektler için de geçerli olan bir konsept ve yüzün bu gerçekçilik seviyesi “uncanny valley“e olan mesafesi yani kaba türkçesiyle tekinsiz vadiye olan ilişkisiyle ölçülüyor. Bu kavramı ise 1970’lı yıllarda Japon Masahiro Mori koymuş.

Uncanny, bazılarımızın bildiği gibi Freud’un psikanalizde de kullandığı bir kavram. Kısaca bu konsept, çok yakından bildiğimizi düşündüğümüz herhangi bir şeyin bazen garip ve ürkütücü gelmesi anlamına geliyor. Ayrıca uncanny konsepti, sürrealizm sanat akımının da etkilendiği önemli konulardan biri. Uncanny valley ise, sanatçıların insan suratını herhangi bir ortamda yeniden canlandırmaya çalışırken karşılaştıkları bir engeli tanımlıyor. Statik resimlerde bunu taklidi yapmak çok zor değil, fakat yüzü sanal bir şekilde yeniden canlandırmaya kalkışıldığı zaman aşılması oldukça zor bir engel. Ve yüz, ne kadar gerçekçi yapılmaya çalışılırsa bu engeli aşmak da bir  o kadar zorlaşıyor. İşte bu yüzden, çizgi filmlerdeki karakterler daha soyut ve ilkel hatlarla bu vadiden uzak durmayı başarabiliyor. Ancak gerçekçi grafiklerin ön planda olduğu modern dijital oyunlar ve filmler için bu pek başvurulabilecek bir çözüm yolu değil ve bu alanlar için tek çözüm, vadiyi aşıp “gerçek” yüzler yaratmak.

Robotik teknolojilerinde bu konuyu konuşmak için henüz erken olsa da film efektleri ve oyun teknolojileri son 10 yılda her şeye rağmen önemli aşamalar kaydetti. Kimilerine göre 2008 yılında The Curious Case of Benjamin Button, “uncanny valley”i aştı ve en gerçekçi yüz animasyon teknolojisini yaratmayı başararak özel efekt teknolojilerinde önemli bir misyonu tamamladı. Nitekim bu sayede The Curious Case of Benjamin Button; En İyi Sanat Yönetimi, En İyi Makyaj ve En İyi Özel Efekt dahil olmak üzere 3 dalda Oscar ödülü almıştı.

Oyunlarda ise henüz bu seviyeye ulaşabilmiş bir yapım yoktu. Evet, belki Fransız geliştirici Quantic Dream‘in çalışmalarının bu aşamaya yakınlaştığı söylenebilir. Ancak iki gün önce Ninja Theory adlı İngiliz firma, 5 farklı teknoloji firmasıyla partner olarak yeni bir demo yayınladı ve bu demo, yüz animasyon teknolojilerinin vardığı yeni çıtayı tanımlıyor. Ninja Theory, bu yeni çalışmalarıyla “uncanny valley”‘i aştıklarını savunuyorlar. Aşağıda o çalışmayı görebileceğiniz videoyu izleyebilirsiniz. Yapım aşamasıyla ilgili kısımları merak edenler şu linke tıklayabilir. Ninja Theory’nin bu çalışması, gerçek aktörlerin performanslarının gerçek-zamanlı olarak bilgisayar ortamına aktarılmasını ve anında sonuçların görülebilmesini sağlıyor. Bu da direkt olarak çalışanların performans sırasında gerekli müdahaleleri yapmasını sağlıyor. Oysa önceki yöntem olan motion-capture teknolojisinde bütün performans aktörün kafasında tamamen hayal edilmek zorunda. Yani bu yöntem ekipteki bütün çalışanların işini önemli ölçüde kolaylaştırıyor ve daha gerçekçi sonuçlar elde edilmesini sağlıyor. Demonun geliştirildiği platformun baş mimarlarından, Unreal Engine’ın kurucularından Tim Sweeney ise kameranın 20. yy’da yaptığı devrimi oyun motorlarının 21. yy’da yaptığını savunuyor.

Peki sizce Hellblade, “uncanny valley”i aşabildi mi?