Çevre ekonomistleri son zamanlarda hummalı bir şekilde adaptasyon ve karbon salimini azaltıcı politikaların nasıl optimal bir şekilde uygulanması gerektiği üzerine tartışıp, fikir üretmeye çalışıyor. IPCC’nin (İntergovernemental Panel on Climate Change) raporlarına baktığımızda bu iki politikanın (adaptation and mitigation), iklim değişikliği ile mücadelede nasıl rol alması gerektiği üzerine yoğun bir vurgu olduğunu görmek mümkün.

Yazıya başlamadan önce, bu iki politkanın tanımını yapmak uygun olacaktır diye düşünüyorum. Adaptasyon politikası isminden de anlaşılacağı üzere, toplumun iklim değişikliğinden mütevellit oluşabilecek ekonomik zararları minimize etmeye çalışan önlem potikaları olarak tanımlanabilir.  Örnek verecek olursak, Hollanda’daki deniz seviyesinin yükselmesine karşı yapılan setler bu politikaya bir örnek olabilir. Bir başka örnek ise hava kirliliğinin yaşandığı yerlerde dağıtılan gaz maskeleri olabilir.

Karbon salimini azaltıcı politikalar ise ünite basına üretimden ortaya çıkan salim miktarını düşürücü politikalar ya da teknolojiler olarak tanımlanabilir. Örneğin karbon depolama (çarbon çaptüre and storage-ÇCS) bu politikaya bir örnek olabilir.

Bu tanımlardan sonra, meselenin bir ekonomist açısından en önemli tarafı bu iki politikanın nasıl uygulanması gerektiği. Hepimizin tahmin edeceği üzere, bir ekonomist maliyet ve fayda kavramlarını göz önünde bulundurarak optimal bir karar vermeyi tercih eder.

Bu yazıda üzerine gideceğim konu, bu iki politikanın gelişmekte olan ülkelerin kalkınma politikalarına nasıl etki edeceği üzerine olacak. Son dönemlerde iklim değişikliği üzerine yapılan konferansalarda ya da medyadan takip ettiğimiz en büyük ölçekli olan COP21 gibi organizasyonlarda adaptasyon politikaları üzerine çok yoğun bir vurgu var.

Politik söylemde karbon salimini azaltıcı politikaların yerinin azalması ve adaptasyon politkalarına artan vurgunun yaşadığımız dünya için tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bu durum çevresel felaketlerin arttığı bir dünyada daha da kritik.

Bu politik duruşun neden tehlikeli olduğunu da argümanlarımla açıklamaya çalışacağım. Adaptasyon politikalarını yoğun bir şekilde savunan insanların başlıca argümanı, iklim değişikliğinin (somut bir ifadeyle uzun vadede hava sıcaklığının ortalama 2 derece artması diyebiliriz.) kaçınılmaz olduğu ve buna seri bir şekilde müdahele edilmesi gerektiği üzerine kurulu. Tabi ki bu tehlikeli durusun yanı sıra, iklim değişikliğinin an ve an yaşandığı bir dünyada, aklı selim bir bireyin adaptasyon politikasını reddetmesi zaten mantıklı bir şey değil.

Bir ekonomistin açısından en önemli nokta ise sahip olduğumuz kaynakların adaptasyon ve karbon emisyonunu azaltıcı politikaların arasında nasıl optimal bir şekilde bölüştürülmesi gerektiği.

Bahsettiğimiz tehlikeleri detaylı bir şekilde anlatmadan önce, çevresel felaketlerden biraz bahsedelim. Çevre ekonomistleri çevresel felaketlerin genel itibariyle, atmosferde biriken karbon stoğuna bağlı olarak meydana geldiğini açıklarlar.  Bu yanlış olmayan bir ifade olmakla birlikte, eksik bir ifade. Bu duruma örnek vermek gerekirse, orman, şu kaynakları vb. gibi doğal kaynakların nasıl tüketildiği de çevresel felaketleri açıklayabiliyor.

Bir bölgede ormanları tahrip ettiğinizde, toprak suyu emme özelliğini kaybediyor. Bu durumda yağan yağmurlardan sel gibi felaketlerle karşılaşma riski artıyor. Ekonometrik analizler, Malezya’da orman tahribatı ile sel sayısının ve sellerin uzunluğunun birbiriyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Bir diğer örnek ise, aktivist ve biolog olan Willie Smith’in Endonezya’nın Samboja Lestarı bölgesindeki ağaçlandırma projesini bölgedeki iklimi nasıl değiştirdiğini ve çevresel felaketlerin riskini düşürdüğünü açıkça ortaya koyuyor.

İşin özeti, çevresel felaketler, lokal olan ekonomik aktiviteler yüzünden de meydana gelebiliyor. Herhangi bir bölgede bir golü kurutmanız o bölgede yeni bir “mikroklima” oluşturarak bulunan ekosistemlerin çökmesine sebebiyet verebiliyor. Bir diğer örnek ise, Çindeki Three Görğes barajı. Bu baraj, bölgedeki hava sıcaklığını inanılmaz derecede arttırmış durumda.

Gelelim tehlikelere ; adaptasyon politikası uyguladığınızda, toplumun kaynakları daha tedbirsiz bir şekilde tükettiğini görüyoruz. Bu oldukça anlaşılabilir bir durum. Şayet ki iklim değişikliğine adapte oluyorsanız, iklim değişikliğine sebebiyet veren aktiviteleri yapmanız sizin için çok da bir sorun teşkil etmeyecektir çünkü zaten ekonominizi adapte ederek iklim değişikliğinin etkilerini minimize ediyorsunuz.

Bu durumda, adapte olan bölgeler, kaynaklarını daha tedbirsiz bir şekilde kullanacağından, bölgedeki çevresel felaket riskleri daha artacak ve bu durum sonrasında daha fazla adapte olmayı gerektirecek. Adeta bir kartopu etkisi oluştaracak bu durum, zaten hassas olan bölgelerde daha büyük tehlikelere yol açacak. Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki ülkeler bu tehlikelere daha fazla maruz kalacağından, sadece adaptasyon politikası uygulayıp, çevreyi tanzim edici önlemler almadıklarında çok daha büyük çevresel problemlerle karşılacaklar.Bu durum aslında bu ülkelerin kalkınmasını engelleyici bir durum.

Özetle sadece adaptasyon politikası uygulayan ülkeler doğal kaynaklarını daha fazla tükettiğinden daha fazla problemle boğuşmak durumunda kalacak ve bu durum dünyadaki doğal kaynaklar konusundaki eşitsizlikleri arttıracak. Tabi bu durumun sonucunda, gelir eşitsizliği ve bazı ülkerde gelişme/refah gibi konularda ilerleme kaydedilemeyecek

Tabi ki adaptasyon politikalarını reddetmek anlamsız. Adaptasyon politikaları ile birlikte uygulayacağınız karbon salimini azaltıcı politikalar bu kötü etkiyi izole edebilir. Uygun bir karbon salimi azaltıcı (mitigation) politika ile uygun bir denge bulunduğu takdirde, çevresel eşitsizliklerin de önüne geçmek mümkün olabilecek.

 

 

Konu ile ilgili olarak : https://halshs.archives-ouvertes.fr/halshs-01275174/document